21 Ekim 2016 Cuma

GÖĞÜ DELEN ADAM - Eric Scheurmann

Kitap hakkında hiç bir bilgim yoktu.  e - kitap indirirken adı ve kapağı ilginç geldi, içeriği okuyunca hemen indirip başladım. Aynı anda 5 kitap  okuduğum için biraz yavaş okusam da akıcı bir kitap. 

Kitap Samoa'da bir kabile şefi olan Tuavii'nin Avrupa da geçirdiği günleri mektupla kendi halkına anlatılmasını konu ediniyor. Kabile şefi denince nedense benim aklıma Afrika geliyor ama değil. Samoa neresidir diye bakayım dedim. Güney Büyük Okyanus'unda, Polezya'da bulunan, adalar topluluğundan oluşan bir ülke imiş. Böyle okuyunca insan aklında kalmıyor da ben hemen haritaya baktım. Avusturalya'nın hemen yanından. 


Kitabı okuduktan sonra yorumlara bakayım dedim. Olumsuz eleştiri yapan olmamış. Sadece kitabın bir yerlinin ağzından yazılmadığını, derleyen kişinin kendi fikirlerini bir yerliden aktarıyor gibi yazdığı konusuna  değinenler olmuş. Öyle bile olsa Avrupalı birinin kendi toplumunu eleştirmesi kolay olmayıp takdir edilmesi gereken bir durum. Yazar güzel bir konuya parmak basmış. 

Kitapta beyaz insandan Papalagi diye bahsedilir. Papalaginin hayata bakışını bir yerlinin gözünden   bölüm bölüm anlatır.
 Kılık kıyafet, yaşanılan konutlar, yollar, arabalar, paralar, zaman yönetimi, makinalar,  meslek edinmek, düşünmek gibi pek çok konuya değinilir. 
En son  da yazarın; Eric Scheurmann'ın hayatı ile kitap biter.  
Yazarın hayatı bile başlı başına bir kitap olabilirken ben sadece Tuiavii'nin notlarına değineceğim. 

Avrupa’yı hiçe sayan Tuiavii, yerli atalarının Avrupa’nın ışığıyla aydınlanmak gibi büyük bir yanılgıya düştüklerinin bilinci içinde sürdürdü yaşamını. Tıpkı ilk beyaz misyoneri, yüksek kayalardan “Defolun gidin, sizi gidi pis iblisler!” diyerek yelpazesiyle kovan Fagasalı bakire gibi o da, Avrupa’nın kötü ruhu temsil ettiğini düşünüyordu; masumiyetini korumak isteyenlerin sakınması gereken yıkıcı ilke olduğunu.

KIYAFET

...  ama biz yine de, etimiz güneşte konuşabildiği için sevinmeliyiz. Bacaklarımızı saran bir örtü, ayaklarımızı ağırlaştıran ayak kılıfları olmadığı için yaban atları gibi koşturabildiğimize, kafamızdaki örtü düşecek mi diye kaygı çekmediğimize sevinmeliyiz. Beyaz adam budala ve kördür. Gerçek mutluluğa karşı sağırdır ve bu utancını gizlemek için kat kat örtünmesi gerekir

KONUT

Kimi barınaklarda, bir Samoa köyünde yaşayan insanlardan çok daha fazla insan oturur. Bu nedenle görüşmek istediğin aiga (aile)’nın adını kesin olarak bilmek gerekir. Çünkü her aiga bu taş sandığın ya alt tarafında, ya üst tarafında, ya da ortalarında, sağında ya da solunda belli bir bölümünü kendine ayırmıştır. Bir aiga diğerlerinin ne yaptığını bilmez. Sanki yalnızca taş bir duvar değil de, Manono, Apolima ve Savaii1  gibi birçok deniz ayırır onları. Çok zaman birbirlerinin adlarını bile bilmezler. Giriş deliğinde karşılaştıklarında ya isteksizce selâmlaşırlar, ya da düşman böcekler gibi mırıldanırlar. Gören de bir arada yaşamak zorunda kaldıkları için hiddetlendiklerini sanır.

PARA

Bu arada büyük bir haksızlık hüküm sürer. Avrupalmın üstünde hiç düşünmediği, fark etmek istemediği için düşünmek de istemediği bir haksızlık. Çok parası olanların hepsi çok çalışmaz. Aslında herkes çalışmadan para kazanmanın yollarını arar. Şöyle olur: Eğer beyaz adam yemeğini, döşeğini ve evini sağladıktan sonra ayrıca parası artarsa, hemen bu para karşılığında bir kardeşini tutar ve kendi işlerini ona yaptırır. Öncelikle kendi elini pisleten, sertleştiren işleri yaptırır. Kendisinin neden olduğu pisliği ona temizletir. Eğer bu bir kadınsa, hizmetçi diye bir kız tutar. Hizmetçi, pislenmiş örtüleri, yemek kaplarını, beden kılıflarını yıkar, yırtılmış bezleri onarır; efendisinin işine yaramayacak şeyleri yapmasına ise izin verilmez. O zaman da kadın ya da erkek efendinin daha önemli, daha zevkli, elleri pisletmeyen, kasları yormayan ve daha fazla para getiren işler yapmaya zamanı kalır.

PARA

“Bu kadar çok parayı ne yapacaksın?” diye soracak olsan, “Bu dünyada giyinmekten, açlığını ve susuzluğunu bastırmaktan başka ne istersin?” desen, söyleyecek söz bulamaz, ya da “Daha çok para istiyorum, daha çok, daha çok,” der. Böylece sen de, paranın onu hasta ettiğini, bütün duyularını ele geçirdiğini anlarsın. Hastadır o, kaçıktır. Ruhunu yuvarlak metal ve ağır kâğıda adamıştır. Hiçbir şeyle yetinmez, gözü doymak bilmez. Kimseye kötülük etmeden, haksızlık yapmadan, geldiğim gibi göçüp gideyim şu dünyadan diye düşünmez. Hiç aklıma getirmez ki, Büyük Ruh, kendisini yeryüzüne yuvarlak metal ve ağır kâğıtla getirmemiştir. Çok azı bu konuda kafa yorar. Çoğu, hastalıklarına bağlı kalır, yürekleri hiçbir zaman iyileşmez. Paranın sağladığı güçle mutlu olurlar.
...

Buna karşılık da varlıklı olan, kendisine gösterilen saygının gerçekten kendisine mi, yoksa parasına mı olduğunu kestiremez. Aslında saygı gösterilen genellikle parasıdır. Bu yüzden, çok sayıda yuvarlak metali ve ağır kâğıdı olmayanların niye utandığını, zenginlerin onları kıskanması gerekirken niye onların zenginlere özendiğini aklım almıyor.

''ŞEY''LER
Eğer insan çok fazla “şey”e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir. Çünkü bu, o insanın, Büyük Ruh’un “şey”leri açısından yoksul olduğunun kanıtıdır. Papalagi de yoksuldur, çünkü o tam bir “şey” düşkünüdür, “şeyleri olmadan yaşayamaz. Saçlarını düzeltmek için, kaplumbağa kabuğundan bir alet yapsa ve saçlarını yağlasa, o alet için bir de kılıf yapar, sonra o kılıf için küçük bir kutu, küçük kutu için de büyük bir kutu. Her şeyi kılıfların ve kutuların içine yerleştirir.

ZAMAN KAVRAMI

Papalagi, “Ne kötü, yine bir saat geçti” diye yakınır. Çok kederlenmiş gibi de yüzünü ekşitir. Halbuki taptaze bir saat başlamaktadır o anda.


DÜŞÜNME

Gelgeldim Papalagi, öylesine çok düşünüyor ki, onun için düşünmek artık bir alışkanlık, bir gereksinim, neredeyse bir zorunluluk halini almış. Ha babam düşünmek zorunda. Düşünmeden, bütün organlarıyla birlikte yaşamayı beceremiyor artık.
...
Diyelim ki güneş pırıl pırıl parlıyor, “Güneş ne güzel parlıyor” diye düşünmeye başlar o an. Ama bu yanlıştır işte. Büyük bir yanlış hem de. Akıllı bir Samoalı güneşin sıcak ışıkları altında kollarını, bacaklarını gevşetir ve hiçbir şey düşünmez. Güneşi bir tek kafasıyla duymaz, elleriyle, ayaklarıyla, bacaklarıyla, karnıyla, bütün organlarıyla hisseder.

110 sayfa için oldukça kapsamlı bir kitap. Ben her konuya değinmeyeceğim ki geri kalan kısmı siz okuyun.
Yanlış hatırlamıyorsam kitabı buradan indirdim.
Elimin altında olsaydı daha çabuk bitirip ve altını çizdiğim satırlara daha sonradan dönüp bakardım.

Felsefe sevenler alsın okusun derim. Başka bir şey ilav etmeden giderim.
Allaha emanet olun. 

3 yorum:

  1. http://kitapeylemi.blogspot.com.tr/2012/04/37-gogu-delen-adam-erich-scheurmann.html

    bu kadar çok sevmişim kitabı , taa 4 yıl önce ::D

    YanıtlaSil
  2. Taa 4 yıl önce olsada unutulcak bir kitap değil.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel anlatmışsın...

    YanıtlaSil

Sizden alalım bir fikir....