31 Mart 2017 Cuma

Ev Dekorasyon


Şimdi bu güzel tasarımlar mektuplar ve pullarla birlikte yok olup gitsin mi? 
Değerlendirelim ama nasıl, derseniz. Benim tercihim duvar kağıdından yana olur.
Her yerin beton olduğu büyük şehirde yaşadığınızı hayal edin ( çoğumuz büyük şehirde yaşıyor ). Tüm gün beton yığınları arasında trafik çilesi çekmişsiniz.  Eve gelip dinleneceksiniz, her yer mobilya. 
Onun yerine huzur dolu bir orman, deniz yada sonsuza kadar uzanıyor hissi veren bulutlar olsa.





                        


                                     

Resimleri pinterastten aldım daha fazlası için bir göz atın. 
Yok ben manzara resmi istemiyorum diyenlere en güzel çözüm; 
dekorasyonda harita detayları kullanmak. 
Uzun yıllardır hayalini kuruyorum. 
Ne zaman nasip olur bilinmez. 




İmkanlar elverse benim tercihim eski haritalar yada minyatürlerden yana olurdu.
Sizin aklınızda olan denemek isterim yada denediğiniz ilginç dekorasyon önerileriniz var mı?

27 Mart 2017 Pazartesi

5 yıl

İyiki yazdım,  gördüm mü  bak 5 oldum.
Nil olsam 5 dk da bir şarkı sözü yazar blogumun 5. yıl kutlamasını unutulmaz bir şekilde yapardım. Neyse ki Nil değilim,  kimsecikler yorum yazmaz bende yüzlerce hayranıma "ah efendim beni sizler var ettiniz " demek zorunda kalmam.
Onun yerine  "Ah yalnızlığım, beni sizler var ettiniz " diyorum. 

11 yıllık yatılı okul düzeninden / düzensizliğinden ev hayatına  dönüş yapmışsın.  Tek bir arkadaş kalmamış, kimsin nelerden hoşlanırsın bilen.   Anne, baba, kardeşler ile aynı evi paylaşacak iş arayışına girecek, yeni düzende uyum sağlamaya çalışacak ama başarılı olamayacaksın.

İste böyle bir yalnızlık halinde başladım blog yazmaya. O beş yıl içinde de pek bir şey değişmemiş zaten.

Ev ortamına alışmış, iş bulmuş, kendimce bir düzen oturtmuşum.

İnsan ruhu bunlarla doymuyor, dostluk arkadaşlık hava gibi su gibi bir ihtiyaç. Olmayınca da hiç bir şey tam olmamış gibi hissediyor insan.

Kitap okuyorsun birlikte yorumlayacak arkadaş yok.
Gezmeye gideceksin aynı esere bakınca aynı duyguya girecek arkadaş yok.
Aynı lezzet uğruna yolları arşınlayacak arkadaş yok.

Büyümek böyle bir şey mi blog?

Kimseciklerle paylaşamayınca yaptığım her şey olmasa da pek çok şeyi sanal alemde sanal kişilerle paylaşmışım.

Neler olmuş bu beş yılda.

En çok kitap yazmışım.


En çok kitap yorumlarım tıklanmış demek isterdim ama değil. İlk on içerisinde iki kitap var. Birinde de saçma bir yorum yaptığım,  ne kadar sığ olduğum yorumu yazılmış. O yorumu yazan engin fikirlere sahip derin insan incelik gösterememiş o ayrı dava. 

Bu tarz yorumlara rağmen bol bol okumuş,  etkinliklere katılmış,  karşılıklı birbirimize kitap göndermişiz.  Sanal alemde bolca hediyeleşmişim. Katıldığım çekilişlerin 5 -6 tanesinde talihli olmuşum.

Bu zaman zarfında sanal bir dostluk ortamı kurmuşuz. Yazmayınca hal hatır sormuşuz. 
Birbirimize önerilerde bulunmuşuz. 

1Az ve öz 272 izleyicim olmuş. Toplam 105,203 kez görüntülenmiş,  1619 yorum almışım. 
Bu yorumlardan sadece küfür içeren iki yorumu  yayınlamadım. Sığsın, basitsin yorumları yayınladım. Kendi basitliğini görsünler istedim. 

Az biraz gezmişim bu zaman zarfında. Bu geziler Karedeniz ağırlıklı olmuş.  Bol yeşilli, doğa ile baş başa.  Karadeniz dışında Ankara, Eskişehir gibi karasal iklime sahip İç Anadolu Bölgelerine gitmişim. Şehir turizminde öne çıkan etken insandır. Bol kalabalık ortamlarda kendi içinizde kalmışız.
Ege Bölgesinde Milas ve Söke'ye gitmiş.  Hiç bir tarihi yer gezmeden pazarları gezip dönmüşüz.
Bol otlu, sakin huzurlu ortam görmüşüz. Aklımızın bir köşesine not almışız. ''geniş, geniş gezilmeli demişiz''

Bir dönem kaktüs yetiştirmişim. Vaktim olsa tekrar uğraşabilirim. 


Yemek tarifi vermişim bir kaç defa. Yemek masasını şenlendirecek arkadaş olmayınca ondan da vazgeçmişim. 

Fark ettim ki doya doya sohbet etmeyi özlemişim, çenen ağrıyana kadar. 
Bol kahkaha, kilo düşünmeden yemek, ayaklarım su toplayana kadar yürümek, gezmek tozmak. 
Hepsini özlemişim. 
Aman Allah'ım yaşlanıyorum. İsteklerim farklı bir alana mı kaymalı. Sessiz sakin huzurlu bir yaşam. Tamam onuda istiyorum. İkisi de olmaz mı Allahım.

Bu zaman zarfına yorumlarıyla beni yalnız bırakmayan tüm takipcilerime teşekkür ederim. Beni sizler var ettiniz :) 
Tamam tamam her şey yalnızlıktan :)
Şaka bir yana pek çok şeyi keşfetmeme blog alemi vesile olmuştur. 
Yeni fikirlerle reklam kokmadan hep var olun.
Esenkalın.

22 Mart 2017 Çarşamba

Mahsa Vahdat - Ha Leyli


Dünyadan sesleri severek dinlediği söylemiştim.
 Farsca dan zerre anlamayan bile  şarkının etkileyici olduğunu dinleyince anlar. Tekrar tekrar dinlemek ister. 
Benim sık sık dinlediğim şarkılardan biridir. Hem herkesle paylaşmak istiyorum hem istemiyorum. 

Kendi beğendiğimi paylaşıp ilgilenenlerine haberdar olmasını istiyorum ama bir kesim var ki insanı hayattan soğutur. 
Sadece bir şeyi popüler olduğu için dinlemek, izlemek, okumak, giymek ama içeriğinin ne olduğunu kavramak için zerre çaba göstermemek. 
İşte bu grubun diline düşsün istemiyorum, onların elinde en değerli meta bile değersizleşiyor. 
Ah lütfen anlayarak dinleyerek dinleyin. 

Neden böyle bir şey paylaştığımı merak edenlere acıklama yapayım. Akşam Hayat Şarkısında geçti. Kırmadığı ceviz kalmayan Bayram Cevher'in istek şarkısı.

Yurdumun insanı ''Arapça Atmaca şarkısı'' arar gibi ''Bayram Cevher şarkısı'' diye aramasın lütfen. Silin onları yer yüzünden.

Yazık etmeyin bu sözlere, bu sese.

Hakikat değil mecazdır, meyyhanenin kapısı açık ki bu hikaye uzundur. 

Mecnunun gam yükü, Leylanın saçının kıvrımındandır.
Ha leyli, ha leyli, ha leyli

Neyse efendim siz dinleyip kendiniz karar verin 


Şarkının Türkçe versiyonu da varmış. Yorum yapacak kadar dinlemedim. Sakin bir zamanda dinleyeceğim. 


Bu arada eserin Sadi Şirazi ye ait olduğu rivayeti var. Doğru ya da yanlış, eser güzel dinleyiniz efendim. 





20 Mart 2017 Pazartesi

Sırca Fanus- Slyvia Plath


İntihar eden bir başka yazarla karşınızdayım. Özellikle uğraşsam depresif yazarları derleyip de okumaya başlayam. Bir şekilde denk getirmişim. İntihar temalı kitaplar, intihar eden yazarlar ve halinden memnun olmayan roman karakterlerini ard arda sıralamışım. 

Ruh halimi yansıtıyor demeyeceğim. çok şükür iyiyim. Tamam çok şey isteyip hiç birine yetişemiyorum ama olsun. Sağlığım sıhhatim yerinde zamanla yaparım. 

Kitaba dönecek olursak. Kitabı yıllar önce not almışım, konu neydi unutmuş gitmişim. Ard arda 3 tane Stefan Zweig okuyunca değişiklik yapayım başka kitap okuyayım dedim. Özellikle de konusuna bakmadım. Millet ''bayıldım, öldüm öyle güzel kitap'' diyecek bende kitaptan soğuyacağım diye. 

Efendim kitap çok güzel başladı.  '' Planlar birbiri ardından aceleci tavşanlar gibi hoplayarak geçiyordu kafamdan.'' diyen bir türlü ne yapacağına karar veremeyen kızımız gayet mutlu gözüküyordu. İç sesi çok güzel yansıtılmıştı. 
Ne oldu ise tüm kıyafetleri terastan uçurdu ve kitap bir anda yön değiştirdi. Böyle bir şeyi neden yaptığı duygusunu yeterince ifade edilmemiş bence. Ya da ben anlamadım, çok şükür. 

Sonradan öğrendim ki otobiyografik romanmış. Daha doğrusu hayatı ile paralellik gösteriyormuş. O yüzden yazar kitabı takma bir isimle çıkarmış. İntihar ettikten sonra gerçek adı ile yayınlanmış. 

''Neden sırça fanus'' derseniz yazar kendini bir fanus içerisine kıstırılmış olarak gördüğü için Sırca fanus. 
Fanus deyince benim aklıma tüm kötüklerden arındırılmış temiz sakin bir hayat geliyor. Yazar olamama  nedenim oradan geliyor galiba. 

Kızımız edebiyat öğrencisi olunca yazarlara, şairlere, dergilere ve kitaplara da değinilmiş.

Finnegans Wake,  Dylan Thomas, Four Quartets,  James Joyce   ve daha niceleri.

 Alıntılarla veda ediyorum. Keyifli pozitif kitaplar okumanız dileği ile.

Korkunç bir hayvanın üzerinden atılmış bir deri gibi pörsük ve terkedilmiş hissediyordum kendimi. Hayvandan kurtulmuş olmak ferahlatmıştı beni, ama ruhumu ve pençelerini geçirebildiği her şeyi de alıp götürmüşe benziyordu.

Tanınmamamın çok önemli olduğunu hissediyordum.

ırmağınakışı, Havva ile Adem’den beriye...

Baştaki küçük harf hiçbir şeyin gerçekte en baştan, büyük harfle başlamadığı, yalnızca kendinden önce geleni izlediği anlamına gelebilir diye düşündüm. Havva ile Adem kuşkusuz Adem ile Havva’ydı ama belki başka bir anlam da taşıyordu.

Ona yalnızca istediklerimi anlatacak ve bazı şeyleri gizleyip bazılarım açıklayarak onun kafasında yarattığım izlenimleri kontrol edebilecektim. Bütün bunlar olup biterken o da kendini pek zeki sanmaya devam edecekti. 

Kafamın içinde bir beyin olmadığını görmemek için insanın kör olması gerektiğini düşünüyordum.

Çünkü nerede olursam olayım  hep aynı sırça fanusun altında kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.

15 Mart 2017 Çarşamba

Amok Koşucusu - Stefan Zweig

Yazarı üçüncü kitabı karşınızdayım. Kitabı bitirdim ne yazacağıma karar veremedim. 
Nasıl bir ruh halidir bilemedim. Zaten bilsem bu satırları yazmaz intihar etmiş olurdum. 
Her biri birbirinden sürükleyici 7 hikaye. Yedi hikayede de ölüm son çare olarak gösterilmiş. Ya intihar edecek yada öldüreceksin. 
Nasıl bir ruh hali, nasıl?
Cidden anlamakta zorlanıyorum. 

Son hikayeyi bitireli dakikalar oldu. Bilmediğim bir ülkedesin evine gitmek için çaba gösteriyorsun. Onca zaman savaşmış yaralanmış yıpranmışsın. Neden savaştın, sonuç nedir bilemiyorsun. Dilini konuşacak tek bir insan yok. Düşünüyorum da intihara gerek yok.
 Bu acıya; belirsizliğe, konuşacak bir insan evladının olmayışına kalbimin dayanbileceğini sanmıyorum. 
Zor dostlar, yalnızlık zor. 
Yazarın dili o kadar güzel ki birbirinden iç karartıcı hikayeleri kaldırıp bir köşeye atamıyorsunuz. Sizi doğrudan içine çekiyor. Sonunu bilmelisiniz, bir çıkış yolu bulmalısınız. 
Hele ki yeşilcam filmlerindeki gibi mutlu sonla biten hikayelerle büyütülmüş bünye dumura uğruyor. Neydi bu şimdi diyor. 
Ben kitabı E - kitap olarak okudum. Son hikaye bitti, sayfalar takıldı galiba dedim. 
Bittiğine inanamadım. 

Kitabın içerisindeki hikayeler.

Bir çöküşün öyküsü ( ayrı bir kitap olarak da satılıyor ),
Madalya ( daha önce bir yerde okumuştum ama neresi çıkaramadım ),
Bezginlik,
Amok  koşucusu,
Ay ışığı sokağı,
leporella,
Leman ölü kıyısındaki olay. 


13 Mart 2017 Pazartesi

Satranç - Stefan Zweig


Yıllar önce okunacak yazarlar listesi yapmıştım. Yazarın ismi orada geçiyor ama fırsat bulup okuyamıyordum. 
Son zamanlarda blog aleminde sıkça karşıma çıkınca okuyayım dedim. 
Bu sayede okumaya başladığım yazarı anlayacağınız üzere  geç keşfettim. Geç olsun ama güç olmasın yavaş yavaş okurum dedim ve üçüncü kitaba başladım. Üç bitmeden ikinci kitabı paylaşayım istedim. 


Adını sıkça duyduğumuz, ben hariç tüm blog aleminin okuduğu kitabımız  yazarın son kitabı Satranç. 

''Kitap neden bahsediyor ?'' derseniz. 

Kitap bir deniz yolculuğunda geçiyor. 
Ünlü bir satranç ustasının dikkatini çekmek isteyen anlatıcımız ilk etapta şampiyonun dikkatini çekmese de ilginç mühendisin dikkatini çeker. 

Mühendis; En önemsiz oyunda bile yenilmeyi kişiliklerine yapılmış bir hakaret olarak gören o kendinden emin, başarılı insanlardandı. Yaşamda önüne çıkanı devirerek yol almaya alışmış ve somut başarıdan şımarmış, kendi kendinin mimarı bu iri yarı adam, üstün olduğu düşüncesine kendini öyle kaptırmıştı ki, ona karşı koyulmasını kendisine karşı haksız bir ayaklanma» ve neredeyse hakaret olarak algılayan bir tip

Bu hırs  halinde anlatıcı kendilerinin amatör olduğunu, asıl başarının kendilerine küçümseyerek bakan şampiyonu yenmek olduğunu vurgulayınca mühendis şampiyonu bulmaya gider. Bir maç yapmak o kadar basit değildir. Her şeyin değeri para ile ölçülür. Neyse ki mühendisin saçılacak parası bol. 

Bir Bay Czentovic'in bana iyilik yapmasına izin vermektense ve sonunda bir de ona teşekkür etmek durumunda  kalmaktansa, para öderim daha iyi.

Zihniyeti ile yarışa tutulurlar. Yenilen pehlivan güreşmeye doymazmış misali tekrar tekrar yenilirler. Taki o yabancının gelişine kadar. 

Tüm dünyası kara tahta üzerindeki piyonlardan ibaret olan dünyaca ünlü satranç şampiyonu  ile tüm dünyası zihninde oluşturduğu kareler üzerinde taş sürmek olan yabancının  satranç karşılaşması başlamış olur. 
Yabancı bu karşılaşma için tereddütte olsa da ; Beni ilgilendiren ve kafamı kurcalayan tek şey, o zaman hücrede yaşadığım satranç oyunu muydu yoksa delilik mi, o tehlikeli kayalığın hemen önünde miydim yoksa çoktan ötesine geçmiş miydim, bunları açığa çıkarmak için duyduğum gecikmiş merak, yalnızca bu. der  ve turnuvaya başlar. 

Turnuvayı kim mi kazandı ?

Kitap hakkında daha fazla detay vermiyorum. Alıntılarla yazıya son veriyorum. Gitmeden de kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Bütün yontulmamış varlıklarda olduğu gibi onda da gülünç bir  kendini beğenmişlik vardı; dünya turnuvasındaki zaferinden beri kendini dünyanın en önemli adamı olarak görüyordu ve bütün bu
zeki, akıllı, göz kamaştırıcı konuşmacıları ve yazarları kendi alanlarında yenmiş olduğunu, üstelik onlardan daha çok kazandığını bilmek, onun o eski güvensizliğini soğuk ve çoğunlukla kabalıkla  özler önüne serilen bir gurura dönüştürdü.

Sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri  olmayan bir maketini kurarlar.

Bu kurnaz köylünün, derinde  yatan yetersizliğinin arkasında açık vermeme akıllılığı gizleniyor,

En önemsiz oyunda bile yenilmeyi kişiliklerine yapılmış bir hakaret olarak gören o kendinden emin, başarılı insanlardandı. Yaşamda önüne çıkanı devirerek yol almaya alışmış ve somut başarıdan şımarmış, kendi kendinin mimarı bu iriyarı adam, üstün olduğu düşüncesine kendini öyle kaptırmıştı ki, ona karşı koyulmasını kendisine karşı haksız bir ayaklanma» ve neredeyse hakaret olarak algılıyordu. İlk eli kaybedince öfkelendi, uzun uzadıya ve sert bir tavırla, bunun yalnızca bir anlık bir dikkatsizlik yüzünden olduğunu açıklamaya başladı.

Her meslekte gerçek profesyoneller aynı zamanda en iyi iş adamlarıdır.

Bir Bay Czentovic'in bana iyilik yapmasına izin vermektense ve sonunda bir de ona teşekkür etmek durumunda  kalmaktansa, para öderim daha iyi.



Ama yeryüzünde kimin, hiçliğin kölesi olan benim kadar yararsız ve kullanılmayan zamanı vardı ki, kim bu kadar hırs ve  sabırla doluydu?

Bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz. Her birimizi tam bir boşluğa, dış dünyaya sıkı sıkı ya kapalı bir odaya hapsetmekle, eninde sonun da dilimizi çözecek olan baskı, dayak ve soğuk yoluyla dışarıdan değil içeriden yaratılacaktı.

... bir insan yüzü görmedim, bir insan sesi duymadım; göz, kulak, bütün duyular sabahtan geceye, geceden sabaha kadar en ufak bir besin almıyordu.

Satrancın çekiciliği temelde bir tek şeyden kaynaklanır: Stratejisinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden.

Satrancın eşsiz bir yararı vardı, tinsel enerjinin daracık bir alana yönlendirilmesiyle en ağır düşünce eyleminde bile beyni gevşetmiyor, tersine kıvraklığını ve esnekliğini artırıyordu.

Besbelli ruhumuz için yorucu ve tehlikeli olabilecek şeyleri kendiliğinden yok eden gizemli güçler
var beynimizde, çünkü ne zaman geriye dönüp hücre günlerimi düşünmek istesem, sanki beynimde ışık sönüyordu; bana neler olduğunu düşünme yürekliliğini ancak haftalar sonra, işte tam
burada, gemide buldum.



10 Mart 2017 Cuma

Düğün Evi - Necip Mahfuz

Yazarın üçüncü kitabı ile karşınızdayım. İlk iki kitabı pek beğendiğim söylenemez. Üçüncüye bir şeyler beğenirim artık diyerek kitaba başladım. Hikaye genel olarak itici gelmedi ama anlatım tarzını beğenmedim.



Olay 4 kişi tarafından anlatılıyor. Aynı hikayeleri farklı kişilerin ağzından aktarıldığı pek çok kitap okudum. İlkinde olay anlatılır, sonrakilerde kişilerin olay hakkındaki fikirlerini okuruz. Mantık budur ama bu kitap farklı, aynı diyalogları tekrar tekrar okuyoruz. O kişinin diyaloglar dışında iç sesi  duysak fena olmazdı.


Altını çizdiğim üç beş satırdan başka da bir şey beğenmedim.
Özet yapmak gerekirse yazarı pek sevemedim. Tekrar bir kitap okumak istersem eminim yıllar sonra emanet bir kitap olur. Tutup da bir kitabını satın almam.

Yazarın daha önce okuduğum kitapları;

Midak Sokağı
Yağmurdan Aşk



Sahaflardan aldığım kitaplardan bir tane daha okumuş oldum.

Benden bu kadar, esenkalın.


9 Mart 2017 Perşembe

Onedio test

Onedio da test çözmeyen var mıdır? Kitap testlerinin çoğunu ( 19 adet test var ) çözmüşümdür mesela. Nasıl oldu ise onca kitap testinden  Ortacağda hayatta kalabilecek misin testine denk gelmişim. 
Başlık itibari ile ilgi çekici. 
Bir soru var verdiğin cevaba göre ikinci soru geliyor. 
İlk soruda öldüm. Tamam ilk soruda ölünmüyorsa ikincide kesin ölünüyor. 
Hadi ben öldüm de geri kalanlar nasıl hayatta kaldı diye merak ettim ve tüm yolları denedim. 
Yok arkadaş tüm yollar mı ölüme çıkar. Tamam her nefis ölümü tadacaktır da. Bu ölümler neden hastalıktan, yaşlılıktan olmuyor. Hendek kazıyom olmuyor,  malın % 75'ini veriyom olmuyor. Acımasız oldum isyan çıkaranların kellesini kestim yine olmadı. 
Olmuyor da olmuyor. 
Ne oldu biliyor musunuz benim zamanım gitti. Üşenmedim buraya da yazdım bu da kaymağı olsun. 
''Ankara akıllı olsun'' diyen yurdum insanına nispet yapıyorum. '' testleri hazırlayanlar akıllı olsun, zamanımızı çalmasınlar '' Şaka bir yana benim  bu testten bir ders, bir yol çıkarmam gerekmiyor mu?  Bende mi bir anormallik var, gördüğümü yorumlayamıyorum. 
 Ufkum geniş değil zaar. 


5 Mart 2017 Pazar

Oscar Wilde'nin Son Vasiyeti - Peter Ackroyd

Bir sahaf kitabı ile karşınızdayım. 
Beyoğlu sahaflardan bilinçli olmadan aldığım bir kitap. Aldıktan sonra neden aldım ki dedim. Biyografi severim ama yazar kimdir, neler yazar, tarzı nasıldır bilmiyordum. 
Son dönemde bir kaç kitap okumaya çalışıp yarım bırakınca severek aldığım kitaplardan soğumayayım dedim ve bu kitaba başladım. En azından okuyamazsam tanıdığım sevdiğim bir yazara haksızlık etmemiş olurum düşüncesi ile. 
Kitap / yazar beni fena bozdu. '' sen beni beş dakikada harcanacak kitap sandın ama değilim'' dedi. 
Kitabın dili güzel. Yazarın bencilliği, tuhaf kişiliği çok güzel aktarılmış. Hatta kitabı Oscar Wilde'nin kendisinin yazdığını bile itiraf edebilirim. Dil olarak o kadar benziyor yani.

Yazarın sürgün yıllarında parasız pulsuz, kendini beğenmiş, insanlara tepeden bakan, birazda sapkın yalnız günlerini birlikte yaşıyoruz.



Her satırın altını çizmediysemde pek çoğunun altını çizdim. 
Kitabı beğendiğim diye bir çırpıda okuduğumu düşünmeyin. Ağır aksak günde en az 10 sayfa okuyarak bitirdim.
Kitabın sonlarına doğru edebi bir dil olmaktan çıkıp günlük moduna geçiyor.  Mahkeme süreçleride sıkıcı idi. Aslında sıkıcı bulma sebebim oğlancılıktı.
Yazara göre eserlerindeki başarı çift kişilikten geçiyor.  Bu konuda yorum yapmayacağım,  daha doğrusu güzel şeyler yazamayacağım. O yüzden bu kısmı es geçiyorum.

Yazara ölmeden önce çağının sanat dünyasını yazması öneriliyor,  kendisi yazma geregi duymuyor çünkü kimseyi beğenmiyor.
Ne kibir ama! Beğenilme sebebide buradan geliyor galiba. Ah kendi ile çelişen Acemi blogger.


Fırsatınız olursa okumanızı tavsiye ederim. 
Bu arada yazarın başka kitaplarını okuyan var mı? Netten baktım pek çok kitabı var. Birini veya bir kaçını okumak isterim ama hangi kitap?

4 Mart 2017 Cumartesi

Neler Dinliyorum # Kent Şarkıları

İnsanın ruh haline göre dinlediği müziklerde değişiyor. Evde iş  yaparken ( temizlik, yemek gibi ) hareketli bir şey dinlemeyi seviyorum. Son zamanlarda evde iş yapmayınca ofis ortamında bir şeylerle meşgul olurken arka fonda sakin, huzur veren bir şeyler dinlemeyi seviyorum. Daha önce Dünyadan sesleri ve Radyo Voyage dinlediğimi söylemiştim. Bu sefer  dinleyince huzur değilde hüzün hatırlatan bir gruptan bahsedeceğim. 

İlk Deniz anlatıyor mu beni sana adlı parçayı dinledim. Ardından hayat devam ediyor  klibini izledim. İzlerken de hayat hep aynı tekrar dan mı ibaret dedim. Hep aynı şey ! Bir çıkmaz, kendi içinde dönüp durduğum izlenimi verdi. 


Grup 2011 de kurulmuş, yeni sayılırlar. Kim ki bunlar derseniz. Tık tık

En sevdiğim  parçalardan bir iki mısra ekliyorum.



Biriktirdiğin onca sevinci dök aksın kirpiklerinden.
...

Deniz anlatıyor mu beni sana 
Hatırla sesimi dalga dalga 
Sularda esen yel ben miyim ki 
Sor suyun rüzgarına 

Deniz anlatıyor mu beni sana 
Hatırla adımı koylarında 
Hala mı uzaktayım yoksa yanı başında 
Kalbinde güzel uykuda 

...

Zaman geçiyor öyle böyle geçiyor 
Her şey anılaşıyor 
Zaman geçiyor öyle böyle geçiyor 
Hayat devam ediyor 

Bazen gidesin gelir uzak ülkelere 
Bazen sığınasın gelir 
Bir değer tutar seni tutar sımsıkı 
Sonra kalasın gelir 

...


Söz&Müzik: Erkan Güneş

1 Mart 2017 Çarşamba

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig

Başlık atıp gitmişim. 
Aklımdan neler geçmiş yada beynim durmuş çalışmamış. Hangi ruh hali bilinmez yazmadan bırakmışım. 
Beyin denen şey böyle bir tutku karşısında nasıl çalışsın ki. Beyin denen şey kalbin hissettiklerini anlayabilir mi ki? 
''Sana , beni hiç bir zaman tanımayan sana'' diye mektup yazmayı beyin anlarda çocukça bir tutku için tüm ömrü mahvetmeyi ve bundan pişmanlık duymamayı anlayamaz. 


Hiç bir zaman bir anlık heves için ailesine rest çeken,  evden kaçan, hayatını mahveden insanları anlayamamışımdır. Nasıl bir akıl tutulmasıdır. Onca düzen yüzüne bakmayacak, insan yerine koymayacak biri için bozulur. 

Çocuğuna nasıl bir açıklama yapar insan.
 ''yavrum sen bir anlık hevestin, heves geçti gitti sen kaldın. Bununla yaşa ama düzgün bir insan ol. Olabiliyorsan tabi'' 
Yok ben anlayamıyorum. 
Rabbim şaşırtmasın diyelim. 

Kitaba dönersek. 
Fikir bana ters olsa da kitabı beğendim. Dili çok güzel. 
Erkek yazarın bir kadının dilinden bu derece güzel bir mektup yazacağın düşünmek etkileyici. En kısa zamanda yazardan başka bir kitap okumayı düşünüyorum. 
Bu arada fark ettim ki dilini beğendiğim yazarlarda bir anormallik var. Yazarımız eşi ile birlikte intihar ediyor. 
Ben bunu da anlamıyorum. Bir insan neden intihar eder ki? 
Yok ben pek çok şeyi anlamıyorum. Anlamamak da işime geliyor galiba. 

Kitaba dönecek olursak tek taraflı bir aşkı anlatıyor. 
Türk klasikleri olsa kadın tek taraflı aşkını kapalı kafesler arkasında yaşar, sevdiğinin yoluna dahi çıkmayı bırak tek kaşını kaldırıp bakamaz. Sırrı onunla birlikte gömülür. 
Bu kadın biraz farklı, ah kadın mı dedim. Çocuk demeliydim. 13 yaşındaki bir çocuk aşkını kalbine gömmek istemiyor. Sevdiğinin yoluna çıkıyor, fark edilmek istiyor. Bir bakış, bir temas...
Fark edilmese de istediği teması yakalayabiliyor. Diğer kadınlar gibi unutulup gidileceğini bile bile o teması bekliyor ve beklediğini buluyor. 
Beklediği temas için bir imkan daha doğar  diye yıllarca bekler. O vakit gelince  fark edilir mi kısmını artık okuyunca kendiniz görürsünüz. 

Bu arada benzer konuda bir film izlemiştim. Tek taraflı saplantılı bir aşk hikayesi Audrey Tautou nun başrol oynadığı. Kendisi ressamdı. Evli bir komşusundan hoşlanıyordu. Adamın hayatını mahvetmiş en son hastaneye kaldırılmıştı. 
Kitabımızdaki karekter sevdiğine değil ama kendine zarar veriyor. 


Hem kitabı hemde filmi tavsiye ederim. Filmin çevirisi yanlış hatırlamıyorsam seviyor sevmiyor gibi bir şeydi. 
Benden bu kadar esen kalın.